HERŞEY ÇOCUKLAR İÇİN....
  MÜSLÜMAN ÇOCUK4
 

OSMAN DEDE İLE TORUNU

Tahsin okuldan eve dönünce hemen dedesinin yanına koştu ve aklına takılan soruyu sordu.

Tahsin: Dedeciğim, sana bir şey soracağım.

Osman Dede: Sor bakalım Tahsin.

Tahsin: Dedeciğim, otobüste gelirken bir teyze yanındaki arkadaşına sabrın çok önemli olduğunu, gerçek sabrın Kuran'a göre olması gerektiğini anlatıyordu. Bu ne demek acaba dede, anlatabilir misin?

Osman Dede: İnsanların çoğu sabrın gerçek anlamını, gerçekten sabırlı bir insanın nasıl davranması gerektiğini bilmez yavrum. Bu kimseler arasında sabır, daha çok insanın hayatı boyunca karşılaştığı zorluk ve sıkıntılara göğüs germesi, bunlara katlanması ve tahammül etmesi olarak algılanır. Oysa Allah'ın Kuran'da öğrettiği gerçek sabır bu tahammül anlayışından çok farklıdır.

Tahsin: Peki Kuran'daki sabrın kaynağı nedir dede?

Osman Dede: Tahsinciğim biliyorsun, Allah'ın rızasını, sevgisini ve hoşnutluğunu kazanmanın yolu, Allah'ın Kuran'da bildirdiği emir ve yasakları eksiksizce uygulamaktır. Allah kullarından, hayatlarının sonuna kadar hiçbir gevşeklik göstermeden Kuran ahlakını yaşamalarını istemiştir. İşte müminlerin Allah'ın bu emrini her ne olursa olsun taviz vermeden yerine getirebilmelerinin sırrı da, imanın kazandırdığı üstün bir özellik olan "sabır"da gizlidir. Sabrın gerçek anlamını öğrenen bir insan Allah'ın kendisinden istediği her tavırda ve her ibadette süreklilik gösterebilir. İman eden bir insan Allah'ın ilminin ve aklının tüm varlıkları sarıp kuşattığını, tek bir şeyin dahi Allah'ın izni olmaksızın gerçekleşmediğini ve tüm olayların ardında Allah'ın yarattığı sayısız hayır ve hikmetin olduğunu bilir.

Tahsin: O halde insanın başına gelen hiçbir şeye üzülmemesi ve hep sabretmesi gerekir?

Osman Dede: Çok doğru Tahsin. Allah iman edenlerin dostu, velisi ve yardımcısıdır. Dolayısıyla ilk bakışta farklı görünse bile gerçekleşen tüm olaylar inananların iyiliği içindir. Bu nedenle sabır göstermek, mümin için zorlanarak yaşanan bir ahlak özelliği değil, aksine gönül rızasıyla ve hoşnutlukla yaşanan, zevk alınan bir ibadettir. Müminler, başlarına ne gelirse gelsin bunu yaratanın Allah olduğunu ve bunun mutlaka kendileri için bir hayra vesile olacağını bilirler. Allah'ın kendileri için en güzel kaderi belirlediğini bildikleri için karşılaştıkları her olaya gönülden razı olur ve hoşnutlukla tevekkül ederler. Allah bir ayette şöyle buyurur:

"Ki onlar, sabredenler ve Rablerine tevekkül edenlerdir."
(Ankebut Suresi, 59)

Tahsin: O halde iman eden kimsenin sabrının tükenmesi mümkün değildir. Otobüste gördüğüm teyzenin söylediklerini şimdi daha iyi anlıyorum.

Osman Dede: Evet yavrum. inananlar, sabrı Allah'ın bir emri olarak yaşarlar ve bu nedenle de hiçbir zaman onların sabırlarında tükenme gibi bir durum söz konusu olmaz. Hayatlarının sonuna kadar bu ibadeti şevk ve heyecanla yerine getirirler.

Tahsin: Şimdi sabrın önemini ve inananların sabrının Allah'ın izniyle hiç tükenmeyeceğini çok iyi anladım dedeciğim, teşekkür ederim.

Sinan ile Termitler

Güneşli bir pazar günüydü. Sinan, öğretmeni ve sınıf arkadaşlarıyla birlikte piknik yapmak için ormana gitmişti.

Sinan ve arkadaşları saklambaç oynamaya başlamışlardı.

Tam o sırada Sinan, "dikkat et!" diye bir ses duydu. Sinan sesin nereden geldiğini anlayamadan sağa sola bakınmaya başladı. Ama etrafında hiç kimse yoktu.

Sonra yine aynı sesi duydu. Bu sefer ses "Ben burada, aşağıdayım" dedi.

Sinan ayağının hemen yanında karıncaya benzer bir canlı fark etti.

Sinan: Sen kimsin?

 

Termit: Ben bir termitim.

Sinan: Termit isminde bir canlı olduğunu hiç duymamıştım. Peki sen tek başına mı yaşıyorsun?

Termit: Hayır biz çok büyük gruplar halinde, büyük yuvalarda yaşarız. İstersen bunlardan birini sana gösterebilirim.

Termitin gösterdiği şey pencereleri olan yüksek bir binaya benziyordu.

Sinan: Bu nedir?

Termit: İşte burası bizim evimiz. Biz bu evleri kendimiz yapıyoruz.

Sinan: Ama sen küçücüksün. Eğer arkadaşların da senin gibiyse nasıl böyle bir yer yapabilirsiniz.

Termit: Şaşırmakta çok haklısın Sinan. Gerçekten de bizim gibi küçük canlıların böyle yerler yapması çok şaşırtıcı bir şey. Ama unutma, bu hepimizin yaratıcısı olan Allah için çok kolay bir iştir.


Termitlerin Yuvası

Bir de Sinan, evlerimizin yüksek olmaktan başka bir çok özelliği vardır. Örneğin biz yaşadığımız bu yerlere özel çocuk odaları, mantar üretme bölümleri ve kraliçe odası yaparız. Dahası, evlerimize havalandırma sistemi yapmayı da ihmal etmeyiz. Böylece, yuvamızın içindeki nem ve sıcaklığı dengeleriz. Bir de unutmadan ekleyeyim; bizim gözlerimiz görmez, Sinan.

Sinan: Böylesine küçük ve gözleri görmeyen canlılar olduğunuz halde insanların yaptığı yüksek binalara benzer yerler yapıyorsunuz demek. Peki ama bütün bunları yapmayı nasıl başarıyorsunuz?

Termit: Daha önce söylediğim gibi, bize bütün bu olağanüstü yetenekleri veren Allah'tır. O bizi bütün bunları yapabilecek şekilde yaratmıştır. Şimdi Sinan, artık yuvama dönüp arkadaşlarıma yardımcı olmam lazım.

Sinan: Tamam, ben de bir an evvel gidip öğretmenime ve arkadaşlarıma sizler hakkında öğrendiklerimi anlatmak istiyorum.

Termit: Peki, Sinan hoşçakal. Yeniden görüşmek üzere.

Cem ile Renkli Kelebekler

 

Gerçekten hayvanlarda da sizin için bir ders (ibret) vardır...
(Müminun Suresi, 21)

Cem hafta sonu tatilinde dedesini ziyarete gitmişti. İki gün çok çabuk geçmiş ve babası onu almak için gelmişti. Cem çoktan dedesiyle vedalaşıp, arabanın koltuğunda yerini almıştı. Babasının eşyaları taşımasını beklerken, camdan dışarıyı seyrediyordu. Biraz ilerideki çiçeğin üstünden bir kelebek havalandı ve arabanın camına kondu.

Kelebek: Artık evine dönüyorsun demek Cem?

Cem: Sen beni tanıyor musun?

Kelebek: Tabii. Dedenin komşularına seni anlattığını duymuştum.

Cem: Neden daha önce gelmedin yanıma.

Kelebek: Gelemedim, çünkü ben bahçedeki ağacın üzerinde bir kozanın içindeydim.

Cem: Koza mı? O da nedir?

Kelebek: Biz kelebekler yumurtadan minik birer tırtıl olarak çıkarız. Yaprakları kemirerek besleniriz. Sonra vücudumuzdan salgılanan bir sıvıyı iplik gibi kullanarak etrafımızı sararız. Ördüğümüz bu pakete "koza" denir. O paketin içinde bir süre büyümek için bekleriz. Uyanıp kozadan çıktığımızda artık renkli kanatlarımız vardır. Hayatımızın bundan sonraki bölümünü uçarak ve çiçek özleriyle beslenerek geçiririz.

Cem:Yani bütün o renkli kelebekler küçükken kanadı bile olmayan birer tırtıl mıydı?

Kelebek: Şu dalın üstündeki yeşil tırtılı görüyor musun?

Cem: Evet gördüm, iştahla bir yaprak kemiriyor.

Kelebek: İşte o benim küçük kardeşim. Bir süre sonra o da kozasını örecek ve bir gün benim gibi kelebek olacak.

Cem: Bu değişimi nasıl planlıyorsunuz? Yani yumurtadan ne zaman çıkacağınızı, ne kadar süre tırtıl olarak kalacağınızı, kozayı örmek için ipliği nasıl üreteceginizi?

Kelebek: Bunların hiçbirini biz planlamıyoruz. Allah neyi, ne zaman yapmamız gerektiğini bize öğretmiştir. Biz de ancak Rabbimiz'in dilediği şekilde hareket ediyoruz.

Cem: Üstelik desenleriniz çok güzel. Hiçbir kelebeğin deseni, bir başkasına benzemiyor. Rengarenk ve göz alıcı.

Kelebek: Bu da Allah'ın eşsiz sanatının bir delilidir. Her birimizi ayrı ayrı, en güzel şekilde yaratmıştır.

 

Cem: Allah'ın yarattığı güzellikleri görmemek imkansız. Etrafımız sayısız örnekle dolu.

Kelebek: Haklısın Cem, bunun için Allah'ı çok yüceltmemiz gerekir.

Cem: Babam geliyor, yola çıkacağız. Tanıştığımıza sevindim, haftaya geldiğimde yine konuşalım olur mu?

Kelebek: Tabii olur, iyi yolculuklar.

 


Allah'ın gökyüzünden su indirdiğini görmedin mi? Böylece Biz onunla, renkleri değişik olan meyveler çıkardık. Dağlardan da beyaz, kırmızı renkleri değişik ve siyah yollar (kıldık). İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da renkleri böyle değişik olanlar vardır. Kulları içinde ise Allah'tan ancak alim olanlar 'içleri titreyerek- korkar'. Şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, bağışlayandır.
(Fatır Suresi, 27-28)

Ağaçkakan ve Serhat

Serhat, o pazar babasıyla birlikte ormana yürüyüşe çıkmıştı. Bir yandan ormanda yürürken bir yandan da ağaçların ve doğanın ne kadar güzel olduğunu düşünüyordu. Derken babasının bir arkadaşıyla karşılaştılar. Babası arkadaşıyla sohbete daldığı sırada, bir ses Serhat'ın dikkatini çekti:

Tık tık tık tık tık tık….

Bu ses ağaçtan geliyordu. Serhat sesin sahibine doğru yürüdü ve sordu:

Serhat: Niçin gaganı ağaca vuruyorsun?

Ağaçkakan: Biz ağaçkakanlar, ağaçları delerek kendimize yuva yaparız. Bazen bu ağaç oyuklarında besinlerimizi depolarız. Bu açtığım birinci oyuk. Bunun gibi daha yüzlerce oyuk açacağım.

Serhat: Peki bu kadar küçük bir yere besinlerini nasıl sığdıracaksın?

Ağaçkakan: Ağaçkakanların çoğu meşe palamuduyla beslenirler ve meşe palamutları küçük olur. Ağacın üzerinde açtığım oyukların her birinin içine bir tane meşe palamudu koyacağım. O zaman bana yetecek kadar besin depolamış olurum.

Serhat: Ama böyle tek tek uğraşmak yerine büyük bir oyuk açıp onun içine de besinlerini koyabilirdin.

Ağaçkakan: Bu şekilde yapsaydım o zaman diğer kuşlar gelip benim besin depomu rahatlıkla bulurlardı ve meşe palamutlarını da alabilirlerdi. Ama benim açtığım bu oyukların her birinin büyüklüğü birbirinden farklı. Ben de bulduğum meşe palamutlarını oyuklara yerleştirirken onların büyüklüklerine göre yerleştiriyorum. Yani oyuğun büyüklüğü ne kadarsa palamudun büyüklüğü de o kadar oluyor. Böylece meşe palamudu oyuğun içine sıkışıyor. Allah benim gagamı, bu palamudu rahatlıkla oyuktan çıkarmaya uygun olarak yarattığı için ben hiçbir sıkıntı duymadan palamutları ağaçtan alabiliyorum. Ama başka kuşlar bunu yapamıyorlar. Böylece benim besinlerim de güvende oluyor. Tabi ben bunları düşünüp bulacak akla sahip değilim, sadece bir ağaçkakanım. Bunları bana Allah yaptırıyor. Besinlerimi nasıl saklayacağımı bana öğreten de gagamı bu işe uygun olarak yaratan Allah'tır. Aslında sadece ben değil, bütün canlılar yaptıkları herşeyi Allah onlara öğrettiği için yapabilirler.

Serhat: Haklısın. Bana verdiğin bilgiler için sana teşekkür ederim. Allah'ın ne kadar büyük bir gücü olduğunu bir kez daha hatırlamış oldum.

Serhat küçük arkadaşına veda ederek babasının yanına döndü, her nereye baksa Allah'ın başka bir mucizesini görmekten dolayı çok mutluydu.

Hakan ve Martı


Sıcak havalarda vapur yolculuğu yaparken Hakan'ın en sevdiği şey dışarıda oturmaktı. Bu sayede denize daha yakın oluyor, etrafı daha rahat seyredebiliyordu. Bir gün yine Hakan annesiyle vapura binmişti. Hemen dışarıdaki sıralara oturdu. Hakan bu yolculukta yalnız olmadıklarını fark etti. Bir grup martı da vapurla yarışırcasına onları takip ediyordu. Martılar dans eder gibi havada uçarken bir yandan da yolcuların attıkları simit parçalarını kapmak için birbirleriyle yarışıyorlardı.

Martılardan bir tanesi yavaşça süzülüp, Hakan'ın yanındaki sıraya kondu.

Martı: Nasıl havada dansımızı beğendin mi? İlgiyle bizi izliyordun, adın nedir?

Hakan: Adım Hakan. Gerçekten de uçuşunuzu beğeniyle seyrediyorum. Kanatlarınızı hiç çırpmadan havada kalabildiğinizi gördüm. Bunu nasıl yapıyorsunuz?

Martı: Biz martılar rüzgarın hareket yönüne doğru kendimizi ayarlarız. Rüzgar çok hafif olsa da dik dalgalar sürekli havayı itip kaldırırlar. Biz de bu hava hareketinden faydalanır ve bir kere bile kanat çırpmadan uzun mesafeler boyunca yolculuk yapabiliriz.

Denizden havalanırken yükselen hava kütlesinin içinde ileri geri sürükleniriz. İşte bu, hava akımlarının kanatlarımızın altından akmasını sağlar ve çok fazla enerji harcamadan havada kalabiliriz.

Hakan: Kanat çırpmadığınız zaman da havada asılıymış gibi durduğunuzu gördüm. Demek bunları hep rüzgarın yönüne göre hareket ederek yapıyorsunuz. Peki rüzgarın şiddetini, nereden eseceğini nasıl hesaplıyorsunuz?

Martı: Bizim bunları kendi bilgimizle yapmamız mümkün değil. Allah, bizi yaratırken nasıl uçacağımızı, enerjimizi dikkatli harcayarak havada nasıl süzüleceğimizi öğretmiştir.

Bunlar Allah'ın varlığını ve gücünü anlayabilmemiz için verilmiş örneklerdir.

Hakan: Evet, sanki bir ip sizi tutuyormuş gibi havada asılı duruyorsunuz. Bunu yapabilmek için çok iyi matematik bilmek, ince hesaplar yapmak gerekirdi herhalde. Ama siz hiç zorluk çekmeden ilk uçtuğunuz andan itibaren bunu yapabiliyorsunuz.

Martı: Rabbimiz her canlıya yapması gerekenleri ilham etmiştir. Hepimiz emredildiğimiz işi yaparız. Allah'ın herşeyi kuşatıp, kontrolü altında tuttuğunu sakın unutma. O herşeyin sahibidir. Kuran'da bununla ilgili birçok ayet bulabilirsin. Vapur iskeleye yanaşmak üzere, ben de arkadaşlarımın yanına uçayım. Tekrar görüşmek üzere...

Hakan eve gidince Kuran'da, Allah'ın canlıları kontrolü altında tutmasıyla ilgili bir ayet aradı ve Hud Suresi'nde bulduğu ayeti hemen ezberledi:


"Ben gerçekten, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a tevekkül ettim. O'nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol üzerinedir (dosdoğru yolda olanı korumaktadır.)"
(Hud Suresi, 56)



Göğün boşluğunda boyun eğdirilmiş kuşları görmüyorlar mı? Onları (böyle boşlukta) Allah'tan başkası tutmuyor. Şüphesiz, iman eden bir topluluk için bunda ayetler vardır.
(Nahl Suresi, 79)

Sevgili çocuklar, Megapod kuşlarında yavruların bakımıyla neredeyse tamamen erkek kuşlar ilgilenir. Önce anne kuşun yumurtlaması için kocaman bir çukur kazarlar. Anne kuş yumurtladıktan sonra erkek kuşun yavruları için yuvayı belli bir sıcaklıkta tutması gerekir. Bu sıcaklık 33 derecedir.

Erkek kuş yuvanın sıcaklığını ölçmek için gagasını yuvanın üzerindeki kuma batırarak sanki bir termometreymiş gibi kullanır. Kuş bu ölçme işlemini sık sık tekrarlar. Eğer yuvanın ısısı yükselirse, hemen ısıyı düşürmek için yuvada havalandırma delikleri açar. Ayrıca kuşun gagası o kadar hassas bir termometredir ki, biri gidip yuvanın üzerine bir avuç toprak atsa ve ısı azıcık yükselse bile, kuş bunu fark edebilir. Ancak bir termometrenin yapabileceği bu işlemi, Megapod kuşu yüzyıllardır kusursuz şekilde uygular.

Çünkü yaptığı herşeyi ona Allah öğretmiştir ve gagasını da bir termometre hassaslığında yaratan üstün güç sahibi olan Allah'tır.

Serdar ile Ateşböceği

Serdar ve ailesi yaz akşamları yemeklerini evlerinin bahçelerinde yerlerdi. Yine bir yaz akşamı Serdar masadan kalkarken, birden bahçenin kenarındaki ağaçların arasında yanıp sönen bir ışık gördü. Ağaçların yanına gidince bunun bir böcek olduğunu fark etti. Ama bu böcek gündüz gördüğü böceklerden çok farklıydı, ışıklar saçarak uçuyordu.

Ateş Böceği: Görüyorum ki seni çok şaşırttım, uzun zamandır beni izliyorsun. Benim adım ateş böceği, seninki nedir?

Serdar: Benim adım Serdar. Evet doğrusu daha önce hiç yanıp sönen bir böcekle karşılaşmamıştım. Vücudunuzdan sarı yeşil renkte ışıklar çıkıyor. Bir keresinde yanan bir ampule dokunduğumda elimin yandığını hatırlıyorum. Peki bu ışığın çıkması sizin vücudunuza zarar vermiyor mu?

Ateş Böceği: Haklısın Serdar, lambalar ışık verirken ısınırlar. Ampuller, elektrik enerjisini kullanarak ışık üretirlerken bu enerjinin bir kısmı da ısıya dönüşür. Bu da ampulün ısınmasına sebep olur. Ama biz vücudumuzdaki ışık için dışarıdan enerji almayız.

Serdar: Öyleyse bu sizin ısınmadığınız anlamına mı geliyor?

Ateş Böceği: Doğru bildin. Biz enerjimizi kendimiz üretiriz ve bu enerjiyi çok dikkatli kullanırız. Bu sayede hem enerjimizin bir kısmı boşa harcanmış olmaz, hem de vücudumuza zarar verecek bir ısı açığa çıkmaz.

Serdar: Bu çok iyi düşünülmüş bir sistem…

Ateş Böceği: Evet, Allah bizi yaratırken ihtiyacımız olan herşeyi en güzel şekilde planlamış. Uçarken çok sayıda ve hızlı kanat çırpıyoruz. Tabii bu çok enerji gerektiren bir iş. Ama ışığımız enerjimizi çok harcamadığı için bir sorun yaşamıyoruz.

Serdar: Işığınız size ne fayda sağlıyor?

Ateş Böceği: Biz bunu hem kendi aramızda haberleşmek hem de kendimizi savunmak için kullanıyoruz. Birbirimize bir şey anlatmak istediğimizde ışığımızı titreştirerek konuşuyoruz. Bazen de düşmanlarımızı korkutup, kendimizden uzak tutuyoruz.

Serdar: Yani ihtiyacınız olan herşey vücudunuzun içinde sizin için hazır ve sizin yorulmanıza hiç gerek kalmıyor.

Ateş Böceği: Bilim adamları çok çalışmalarına rağmen bizim sahip olduğumuz gibi bir sistem geliştirememişlerdir. Daha önce de söylediğim gibi Allah, diğer canlılarda olduğu gibi bizi de en güzel ve ihtiyacımıza en uygun şekilde yaratmıştır.

Serdar: Teşekkür ederim. Bana çok güzel şeyler anlattın. Bu anlattıklarından sonra geçen gün okuduğum "Yaratan, hiç yaratmayan gibi midir? Artık öğüt alıp-düşünmez misiniz?" (Nahl Suresi, 17) ayetini şimdi daha iyi kavrayabiliyorum. Allah'ın yarattığı tüm canlılar bizim üzerinde düşünüp, öğüt almamız için çeşitli örneklerle dolu!

 

Ateş Böceği: Evet Serdar, bütün canlılar Allah'ın üstün yaratma sanatının birer delilidir. Artık baktığın herşeyde bunu sen de görebilirsin. Artık gitmeliyim, konuştuklarımızı unutma.

Serdar: Seni tanıdığıma sevindim, tekrar görüşmek üzere...


O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir.
(Haşr Suresi, 24)

Serdar eve girerken bir yandan ateş böceğindeki üstün tasarımı düşünüyor, diğer yandan da onunla yaptığı konuşmayı ailesine anlatmak için sabırsızlanıyordu...

Kızıldeniz iki büyük çöl arasında kalan bir denizdir. Kızıldeniz'e hiçbir nehir ya da başka bir tatlı su boşalmaz, yani buraya hiçbir yerden oksijen ya da nitrojen ulaşımı yoktur. Normal şartlarda bu denizin verimsiz ve çevrildiği karalar gibi bir çöl olması gerekirken, Kızıldeniz'de tüm mercan çeşitleri bulunur. Zor şartlara rağmen burada yaşamayı başaran mercanların bu başarısı, alg isimli bitkiye benzer bir canlıyla yaptıkları "ortak bir yaşam" ile gerçekleşir. Alg, mercan iskeletinin arasında düşmanlarından korunarak güneş ışığıyla fotosentez yapar. Bu iki canlının uyumlu yaşamları Allah'ın üstün yaratışının delilidir.

Bora ile Yeşil Kurbağa

Hafta sonu Bora, babasıyla birlikte balık tutmak için göle gitmişti. Babası oltalarını hazırlarken, Bora da biraz etrafı gezmek için babasından izin istedi. Babası çok uzaklaşmaması şartıyla Bora'nın bu isteğini kabul etti.

Bora suyun kenarındaki çalılıkların arasında dolaşmaya başladı. Birdenbire dalların arasından bir kurbağa zıplayıp tam önündeki taşın üstüne kondu.

Kurbağa: Az kalsın üstüme basacaktın.

Bora: Rengin yapraklarla o kadar benzer ki, seni fark edemedim küçük kurbağa. Adım Bora, ben de etrafı gezmeye çıkmıştım.

Kurbağa: Memnun oldum Bora. Beni fark edememen çok normal. Ben bu çalıların arasında yaşıyorum ve rengim de bu yapraklarla uyumlu. Böylece düşmanlarım da aynı senin gibi beni fark edemiyorlar. Rahatça saklanabiliyorum.

Bora: Peki yine de seni görürlerse, o zaman ne yapıyorsun?

Kurbağa: Dikkatli bakarsan parmaklarımın arasında perde olduğunu görürsün. Zıplarken parmaklarımı açıyorum, böylece havada süzülebiliyorum. Bazen bu uçuşum 12 metreyi bile bulabiliyor.

Bora: Ya inmek istediğinde?

Kurbağa: Bacaklarımı kullanarak uçuşuma yön verebiliyorum. İnişimi yavaşlatmak için ayaklarımdaki perdeleri bir paraşüt gibi kullanıyorum.

Bora: Çok ilginç, daha önce kurbağaların uçabildiğini hiç duymamıştım.

 

Kurbağa: Bizim bazı türlerimiz yüzebildiği kadar uçabilirler de. Bu, Rabbimiz'in bize verdiği bir nimettir. Allah bizim renklerimizi de yaşadığımız ortama kamufle olacağımız şekilde yaratmıştır. Bu sayede yaşamımızı sürdürebiliriz. Allah bizi böyle yaratmasaydı kısa sürede başka canlılar tarafından avlanırdık.

 

Bora: Sizin parmaklarınızın arasında perde olması uzun zıplayışlar yapabilmeniz için gerekli. Benim ihtiyacım olmadığı için bende bulunmuyor. Çünkü her canlının ihtiyacı farklı, öyle değil mi?

Kurbağa: Evet doğrusu çok güzel anlattın.

Bora: Allah yaşamımızı kolaylaştırmak için bizi en güzel şekilde yaratmıştır. Bunun için O'na çok şükretmeliyiz.

Kurbağa:

Haklısın Bora, Rabbimiz her canlıyı yaşadığı ortama uygun yaratmıştır. Bizim her ihtiyacımızı, bize daha doğarken vermiştir.

 

Bora: Evet. Şimdi sevgili küçük kurbağa benim gitmem gerekiyor. Yoksa babam beni merak edecek. Seninle konuşmak çok güzeldi, tekrar buraya gelirsem yine seni ziyaret ederim.

Kurbağa: Tamam, çok memnun olurum. Güle güle Bora…

Bora: Hoşçakal.

Kurbağaların Perde Ayakları

Allah'ın yarattığı dikkat çekici canlılardan bir tanesi de balta girmemiş ormanlarda yaşayan bir kurbağa türüdür. Zayıf bacakları ve parmaklarının arasında perde olan bu küçük ağaç kurbağasının en önemli özelliği, perdeli ayaklarını kullanıp süzülerek uçabilmesidir. ağaçların üstünden uçarken, inişini yavaşlatmak istediğinde ayaklarını 4 adet paraşüt gibi kullanır. Ayak parmakları arasındaki ağları genişleterek, vücut yüzeyini neredeyse iki katına çıkartır. Uçan kurbağalar bir ağacın üzerine inmeden önce 12 metre kadar havada süzülebilirler. Hatta, bacaklarını hareket ettirerek ve perde ayaklarının şeklini değiştirerek yönlerini de ayarlayabilirler.

 



&nbs

 
   
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol