HERŞEY ÇOCUKLAR İÇİN....
  MÜSLÜMAN ÇOCUK
 

TUFAN VE KAPLUMBAĞA

Tufan en sevdiği hikayelerden biri olan "Tavşan ile Kaplumbağa"yı okuyordu.Tavşanın durumuna çok gülmüş ve kaplumbağadan "akıllı olmanın" ne kadar önemli olduğunu, akılla bütün fiziksel üstünlüklerin alt edilebileceğini öğrenmişti. Derken, birdenbire kitaptaki kaplumbağa Tufan'a seslendi:

Kaplumbağa: Merhaba Tufan! Bu küçük yaşında bu kadar akıllı olup tavşanla hikayemden ders alman çok güzel.

Tufan: Sen kaç yaşındasın?

Kaplumbağa: Böyle küçük göründüğüme bakma, ben 45 yaşındayım. Kaplumbağalar ortalama 60 yıl yaşarlar. Hatta Testusda isimli bir cins kaplumbağa 189 yaşına kadar yaşayabiliyor.

Tufan: En çok hangi mevsimi seversin?

Kaplumbağa: Hava ısısının hayatımızdaki önemi büyüktür. Çünkü vücut ısımız çevre ısısına göre değişir ve genelde çevre ısısının 0,1-0,2 derece altındadır. Sindirim işlemimiz de ısı arttıkça hızlanır. Herşeyi yaratan Yüce Allah küçük bedenimizi düşünerek bize sıcaklarda kolaylık sağlamak için böyle bir özellik vermiştir. Biz Allah'tan gelecek her nimete muhtacız, O ise hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır.

Göklerde ve yerde her ne varsa O'nundur. şüphesiz Allah, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan (Gani)dir, övülmeye layık olandır.
(Hac Suresi, 64)

Tufan: En sevdiğiniz yiyecek nedir?

Kaplumbağa: Sarı renkli "kaplan dişi çiçeğine" bayılırız. Biliyor musun gözlerimizin çok keskin olmasının yanısıra biz özellikle sarı rengi çok iyi algılarız. En sevdiğimiz yiyeceği kolayca bulabiliriz.

Tufan: Kış uykusuna yatar mısınız peki?

Kaplumbağa: Evet, Ekim ayından itibaren havalar soğudukça ve yiyecekler azaldıkça bizim de bedensel aktivitelerimiz azalır, kendimizi korumak için uyku haline geçeriz. Kalp atışlarımız ve solunumumuz da yavaşlar. Ekim'le Mart arası kış uykusuyla geçer. Allah bizi bu şekilde yarattığı için kışın uyanık kalarak yemek yiyemeyip, ölmekten kurtuluyoruz. Oysa Allah en uygun zamanda bizi uyutarak neslimizi korumuştur.

 

Tufan: Sen karada yaşıyorsun, bir de suda yaşayanlarınız var galiba. Bana onlar hakkında da bilgi verir misin?

Kaplumbağa: Haklısın Tufan'cığım. Kara, tatlı su ve deniz kaplumbağası olmak üzere farklı çeşitlerimiz var. Ben karada yaşarım, daha çok tarlaları, yumuşak toprakları, üzüm bağlarını severim. Tatlı su kaplumbağaları yani akvaryumda besledikleriniz, onlar gölleri, dere kıyılarını severler. Deniz kaplumbağaları ise sıcak denizlerde yaşar ve yumurtlama zamanı yer değiştirirler. Sana Caretta isimli deniz kaplumbağalarıyla ilgili ilginç bir bilgi vereyim:

Carettalar yumurtalarını bırakmak için sıcak deniz sahillerine giderler. Yumurtadan çıkan yavrular Allah'ın ilham etmesiyle denizden yansıyan ışığa doğru hareket ederek, yaşayacakları ortama yani denize yönelirler. Bu küçük yavrular daha doğar doğmaz yaşayacakları en uygun ortamın deniz olduğunu nasıl bilsinler ki? İşte bu şüphesiz Yüce Rabbimiz'in ilham etmesiyledir.

Tufan: Haklısın, düşünerek yaşayan her insan için yeryüzü Allah'ın ayetleriyle dolu. Senin, diğer tüm hayvanların, benim, ağaçların... Herşeyin O'nun tecellisi olduğunu hiç unutmadan yaşamalıyız. Bu güzel sohbet için teşekkür ederim. Hoşçakal.

Kaplumbağa: Hoşçakal akıllı çocuk!

UZUN BACAKLI LEYLEKLER

Leylekler, 1-1,5 m boylarında, büyük beyaz kanatları olan iri, göçmen kuşlardır. Gagalarının ve uzun bacaklarının kırmızı olması leyleklere sevimli bir hava kazandırır. Leylekler her yıl kalabalık sürüler halinde göç ederler. Çünkü soğuk bölgelerde yaşayamazlar. Leylekler bize yazın sıcak günlerinin müjdesini verirler. Havaların ne zaman ısınacağını bilmeleri bir mucizedir. Aradan bir yıl geçip tekrar bahar geldiğinde leylekler binlerce kilometre yolu geri dönüp eski yuvalarını bulurlar. Tabii ki bu denli güçlü bir hafıza ve böyle muhteşem bir yön bulma duygusunu leyleklere Rabbimiz olan Allah ilham etmektedir.

SEDAT İLE FİL

Hafta sonu annesi Sedat'ı hayvanat bahçesine götürmüştü. İlk kez bu kadar farklı hayvanı birarada görüyordu. Sedat, fillerin bulunduğu bölüme doğru ilerledi. Yavru fil hortumuna dolanıp düşüyor ve her seferinde annesi yardımına koşuyordu.

Anne fil: Gördüğün gibi yavrum henüz çok küçük olduğundan hortumunu nasıl kullanacağını bilmiyor. Onu tam 12 yıl hiç yanımdan ayırmayacağım ve ilk 6 ay boyunca hortumunu nasıl kullanacağını öğreteceğim.

Sedat: Hep merak etmişimdir, siz hortumlarınızı hangi işlerde kullanırsınız, buradan mı nefes alıyorsunuz?

Anne fil: Hortumlarımız bizi diğer hayvanlardan ayıran en büyük özelliğimizdir. Burun deliklerimiz bu hortumların ucundadır. Hortumumuzu yiyecekleri ve suyu ağzımıza götürmek, eşyaları kaldırmak, koku almak için kullanırız, içinde tam 4 litre suyu tutabiliyoruz. Hem biliyor musun, minicik bir bezelye tanesini bile hortumumuzla koparabiliriz. Tabii ki bu hortuma tesadüfler sonucu sahip olmadık. Bu herşeyi yaratan yüce Allah'ın bize bir lütfudur.

Sedat: Karnınızı nasıl doyuruyorsunuz?

Anne fil: Biz karada yaşayan hayvanların en büyükleriyiz. Bir fil günde yaklaşık 330 kilo bitki yer. Bir günün 16 saatini yemek yemeye harcamak zorundayız.

Sedat: Peki ya dişleriniz?

Anne fil: Ağzımın kenarında da gördüğün gibi iki sivri uzun dişimiz var. Bu dişlerle hem kendimizi savunur hem de su bulmak için yerde delik açarız. Tabii dişlerimiz tüm bu işlerde çok fazla aşınır. İşte yüce Rabbimiz bu yüzden bize çok önemli bir özellik vermiştir. Aşınan her dişimizin yerine arka sıradaki dişlerden bir yenisi gelir. Allah bizi böyle yarattığı için yeni diş çıkarmaya ve bunu gereği gibi kullanmaya güç yetirebiliriz.

Sedat: Acıktın herhalde karnından sesler geliyor?

Anne fil: Bu sesleri kendi aramızda haberleşmek için biz çıkarırız. Böylece 4 km uzaklıktan bile haberleşebiliriz.

Sedat: Peki kendi aranızda nasıl konuşuyorsunuz?

Anne fil: Allah alnımızda, insanların duyamayacağı bir ses çıkaran özel bir organ yaratmıştır. Bu sayede diğer canlıların anlayamayacağı şifreli bir dille konuşur, çok uzak mesafelerden dahi birbirimizi duyabiliriz. Gördüğün gibi Allah'ın üstün yaratması biz fillerde de en güzel şekliyle tecelli ediyor. Bunları düşünüp Allah'a her an şükretmemiz gerektiğini hiç unutma.

Sedat: Anlattıkların için teşekkür ederim. Şimdi annemin yanına dönmeliyim.

Anne fil: Hoşçakal Sedat!

Sedat annesinin yanına giderken, "kim bilir diğer hayvanlarda da Allah'ın ne büyük mucizeleri var" diye düşündü...

 

ABİSİNİN TOLGA'YA ÖĞRETTİKLERİ

Tolga, okuldan çıkınca eve gitmek için otobüs durağına yürüdü. Durakta otobüsünü beklerken birkaç çocuğun konuşmasını işitti. İçlerinden biri sürekli yüksek sesle konuşuyor, bir yandan da elbiselerini ve elindeki elektronik arabasını işaret ediyordu. Biraz dikkatli dinleyince, Tolga konuşulanları daha iyi anladı.

Yüksek sesle konuşan çocuğun adı Can'dı. Can arkadaşlarına pahalı kıyafetlerinden, son model oyuncaklarının güzelliğinden bahsediyordu. Tolga eve gittiğinde de o çocuğun konuşmalarını aklından çıkaramadı. Abisi Salih, Tolga'yı düşünceli görünce yanına oturdu.

Salih: Ne oldu Tolga, neyi düşünüyorsun böyle?

Tolga: Yolda gelirken bir çocuk gördüm. Arkadaşlarının yanında giysilerinin, oyuncaklarının güzelliğinden söz ediyordu. Arkadaşlarının arasında bunlara sahip olamayacak birilerinin olmasını önemsemiyor, kaba bir tavır gösteriyordu. Onun bu davranışları bana çok yanlış geldi.

Salih: Haklısın Tolga, onun yaptıkları güzel bir tavır değil. Allah hepimize farklı nimetler vermiştir. Birisinin daha fazla eşyaya, güzelliğe, başarıya sahip olması o kişinin üstünlüğünden kaynaklanmaz. Allah bunları bize, bizi denemek, bu nimetler karşısında nasıl bir tavır sergileyeceğimizi görmek için vermiştir.

Allah'ın en hoşnut olacağı tavır, insanın sahip olduğu herşeyi kendisine verenin Allah olduğunu unutmamasıdır. İnsanın, Allah'ın ona verdiği nimetlerle övünmemesi, şımarmaması ve daima alçak gönüllü davranması gerekir. Zaten büyüklenmek şeytanın bir özelliğidir. Hatırlarsan dün okuduğumuz ayet bu konuyla ilgiliydi. Ayette Allah şöyle buyurmaktadır:

"Öyle ki, elinizden çıkana karşı üzüntü duymayasınız ve size (Allah'ın) verdikleri dolayısıyla sevinip-şımarmayasınız. Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez."
((Hadid Suresi, 23)

Tolga: Yani Allah'ın bize verdikleriyle şımarmamalıyız ve kaybettiklerimiz karşısında da üzüntülü ve sıkıntılı bir ruh haline girmemeliyiz, değil mi abi?

Salih: Çok doğru Tolga. Allah herşeyin sahibidir. Bize bu nimetlerden dilediği kadar verir. Bunun çok olması da az olması da dünyadaki imtihanımızın bir parçasıdır.

Allah sizi annelerinizin karnından hiçbir şey bilmezken çıkardı ve umulur ki şükredersiniz diye işitme, görme (duyularını) ve gönüller verdi.
(Nahl Suresi, 78)

Tolga: Bir ayette, Allah, "Onlardan bazı gruplara, kendilerini denemek için yararlandırdığımız dünya hayatının süsüne gözünü dikme. Senin Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha süreklidir." (Taha Suresi, 131) diye buyurmaktadır. Can'ın davranışları doğru değil ama arkadaşlarının da ona özenip, Allah'ın hoş görmeyeceği bir tutumda bulunmamaları gerekmez mi? Hem giysilerimizi, yiyeceklerimizi, evimizi, arabamızı bize veren Allah olduğu halde, şımarmamız bizi çok küçük düşürür, değil mi?

Salih: Tabii ki. Güzel açıkladın. Bak sana Kuran'dan bu konuya örnek oluşturacak bir kıssa anlatayım:

Allah Kuran'da iki adamı örnek verir. Adamlardan birinin iki tane üzüm bağı vardır. Allah her iki bağı da hurmalar ve çeşitli ekinlerle donatmıştır. Zamanı gelmiş ve ekinler büyük bir verimle yemişlerini vermiştir. İki bağ arasında bir de ırmak bulunmaktadır. Zengin olan adamın bağı öylesine görkemlidir ki, bağlarından birinin değişik ürün veren yerleri bile vardır. Bağ sahibi arkadaşıyla konuşurken: "Ben, mal bakımından senden daha zenginim, insan sayısı bakımından da daha güçlüyüm." (Kehf Suresi, 34) diyerek onu küçümser. Malıyla gösteriş yaparak bağına girer ve arkadaşına etrafı göstererek şöyle konuşur:

"Bunun sonsuza kadar kuruyup-yok olacağını sanmıyorum" dedi. Kıyamet-saatinin kopacağını da sanmıyorum. Buna rağmen Rabbime döndürülecek olursam, şüphesiz bundan daha hayırlı bir sonuç bulacağım."
(Kehf Suresi, 35-36)

Diğer adam ise onu şöyle uyarır:

"... Bağına girdiğin zaman, 'MaşaAllah, Allah'tan başka kuvvet yoktur' demen gerekmez miydi? Eğer beni mal ve çocuk bakımından senden daha az (güçte) görüyorsan. Belki Rabbim senin bağından daha hayırlısını bana verir..." (Kehf Suresi, 39-40)

Allah, bu uyarıları dikkate almayan bağ sahibini sonunda cezalandırır. Bir gecede bütün ürünlerini kasıp kavuran bir fırtına gönderir.

Sabah kalktığında övündüğü ürünlerini kaybettiğini gören bağ sahibi, Allah'ın sonsuz gücünü ve herşeyin kontrolünü elinde bulundurduğunu anlamıştır. Biz de bu kıssayı hiç unutmadan hareket etmeliyiz.

ÖMER VE PENGUEN

Ömer, akşam uyumadan önce babasıyla bir belgesel film izlemişti. Birçok canlının zor şartlarda nasıl yaşamlarını sürdürdüklerini görmüş ve çok şaşırmıştı. Yatağına yattığında da izlediği belgeseli düşündü. Kendisini o canlılarla aynı ortamda hayal etti ve birden kendisini karlarla kaplı bir yerde buldu. Denizde kocaman buz parçaları yüzüyordu. Etrafta dolaşmaya başladı.

PENGUEN: Hoşgeldin Ömer.

ÖMER: Sen de kimsin?

PENGUEN: Ben bir penguenim.

Sesin sahibi sanki üzerine bir smokin giymiş gibi duran bir canlıydı. Ömer onu hemen hatırladı. Akşam izlediği belgeselde penguenlerle ilgili bir bölüm de vardı.

ÖMER: Evet sizin yaşamınızı televizyonda seyretmiştim. Burası oldukça soğuk, siz hiç üşümüyor musunuz?

PENGUEN: Burası Güney Kutbu ve burada ısının -88 dereceye kadar düştüğü dondurucu soğuklar olur. Bu ortam birçok canlı için öldürücü olabilir. Oysa biz hiçbir zorlukla karşılaşmadan yaşamımızı sürdürebiliyoruz. Bu da ancak Allah'ın bize verdiği çeşitli özellikler sayesinde mümkün olmaktadır.

Derimizin altındaki kalın yağ tabakası sayesinde soğuktan diğer canlılar kadar etkilenmiyoruz. Ayrıca kış geldiği zaman deniz kenarından daha güneye doğru gideriz.

ÖMER: Demek birlikte göç ediyorsunuz, başka bilmediğim ne gibi özellikleriniz var? Mesela izlediğim belgeselde yavrularınız yumurtadan çıkıncaya kadar yumurtalara çok özenle baktığınızdan söz edilmişti. Bana biraz anlatabilir misin?

PENGUEN: Tabii. Mesela birçok canlının aksine penguenlerde erkek kuluçkaya yatar. Hem de bu görevi yaklaşık -30 derecede, 65 gün hiç kıpırdamadan yerine getirirler. Bu sırada anne penguen de doğacak yavru için uzaklarda yemek arar. Yavru doğduktan sonra da ilk ayı anne ve babasının ayakları arasında geçirir. Çünkü yanlışlıkla 2 dakika bile buradan çıkması donarak ölmesine sebep olur.

ÖMER: Yani oldukça dikkatli davranmanız gerekiyor.

PENGUEN: Her canlıya nasıl davranmasını Allah öğretmiştir. Biz de Allah'ın bize ilham ettiği şekilde hareket ederiz.

ÖMER: Rabbimiz her canlının ne zaman nerede yerleşeceğini, yiyeceğini nasıl bulucağını öğretmiş. Siz penguenlerin hayatı da buna çok güzel bir örnek.

PENGUEN: Başka canlılarda da farklı örnekler bulabilirsin. Ailem beni bekliyordur, artık gitmem gerekiyor.

Ömer birden bir zil sesi duydu. Sabah olmuştu ve saati çalıyordu. Küçük seyahatinin güzel bir rüya olduğunu anladı.

ERSİN İLE PAPAĞAN

Ersin her zaman evde bir kuş beslemeyi arzu etmişti. O gün kapıdan giren babasının elinde büyükçe bir kafes görünce gözlerine inanamadı. Kafesin örtüsünü kaldırdı: Sarı, lacivert, rengarenk bir papağandı bu! Ersin çok sevinmişti. İlk günün akşamı Ersin'le papağan koyu bir sohbete daldılar:

Ersin: Seni en iyi şekilde besleyebilmem için senin hakkında herşeyi öğrenmek istiyorum güzel papağan. Önce en sevdiğin yemeği söyle bana.

Papağan: En sevdiğim yiyecek 'çekirdek'!

Ersin: Nasıl olur, nasıl yiyeceksin sen onu?

Papağan: Ben yiyeceklerimi tıpkı bir sandviç gibi iki ayağımla tutarak yiyebilirim. Çekirdeğin kabuğunu da dilimle ustalıkla ikiye ayırırım. Bu şekilde karnımı doyurabilmem bana Yüce Allah'ın bir lütfudur, nimetidir.

Ersin: Çok merak ediyorum, bu rengarenk inanılmaz güzellikteki tüylerin nasıl oluştu senin?

Papağan: Bütün kuşlarda olduğu gibi, benim de zengin renk çeşitliliğim, tüylerimin içerisinde yer alan ve tüy ilk oluşmaya başladığı sırada depolanan renk maddesinin varlığına veya tüylerin yapısal özelliği nedeniyle ışık hareketlerine bağlı olarak oluşur. Tüylerimin, yıprandıklarında yenileriyle değişen cansız yapılar olduğunu biliyor muydun? Her yenilenmede aynı renkler tekrar çıkar. Bu Allah'ın yaratmasındaki kusursuzluğun delillerinden biridir.

O Allah ki yaratandır, (en güzel biçimde) kusursuzca var edendir, şekil ve suret verendir...
(Haşr Suresi, 24)

Ersin: Gerçekten muhteşem! Peki duyduğun sesleri taklitedebiliyorsun? Bu nasıl oluyor?

Papağan: Ben duyduğum bu sesleri sadece taklit edebilirim, anlamlarını bilmem. Bu da şüphesiz Allah'ın dilemesiyledir. Yoksa benim gibi hiçbir akla ve iradeye sahip olmayan bir varlık, nasıl ses taklidi yeteneği geliştirsin ki? Benim gibi hem konuşabilen hem rengarenk bir kuşu tasarlamaya şüphesiz yüce Rabbimden başka hiç kimse güç yetiremez. O, benzersiz ve kusursuz var edendir.

Ersin: Sana bakınca yüce Allah'a olan hayranlığım kat kat artıyor. Burada en güzel şekilde barınman için ben de elimden geleni yapacağım. Evimize tekrar hoşgeldin güzel papağan!

Papağan: Unutma yüce Rabbimiz'in bütün bu kusursuz evreni yaratması karşılığında yapacağımız en güzel şey, gördüğümüz her güzellikte Allah'ın büyüklüğünü hatırlayıp, O'na şükretmek ve O'nu aklımızdan hiç çıkarmamaktır.

 

HERŞEYDE BİR HAYIR VARDIR

Ali, ilkokulda okuyan çok başarılı bir öğrenciydi. Öğretmeni ve arkadaşları tarafından çok seviliyordu. Her zaman düzenliydi. Anne, babasına ve büyüklerine karşı saygılı bir çocuktu. Ancak Ali, yaşadığı olaylar karşısında çok fazla heyecanlanıyor, olmadık şeyler için endişeleniyordu. Örneğin okulda sınav olacakları zaman dersine çalışmış olmasına rağmen içinde korku duyuyor, "ya kötü not alırsam?" diye düşünerek kendini üzüyordu. Çoğu zaman bu endişesi yüzünden dikkati dağılıyor, hatta bildiği bir soruya yanlış cevap verdiği de oluyordu. Ali yapamadığı bir şey olduğunda veya olmasını istediği bir şey olmadığında hemen üzüntüye ve umutsuzluğa kapılıyor, neden yapamadığını, neden olmadığını düşünerek kendi kendine kızıyordu.

Ali o gün okuldan eve döndüğünde çok sevinçli ve her zamanki gibi heyecanlıydı. Annesi mutfakta yemek hazırlıyordu. Ali okulda olanları hemen annesine anlatmaya başladı:

Ali: Anneciğim, hafta sonunda okulumuzun düzenlediği pikniğe gideceğiz. Orada güzel yemekler yiyecek, top oynayacak, yürüyüş yapacak, şarkılar söyleyip oyunlar oynayacağız. Ne güzel değil mi?

Anne: Evet Aliciğim, gerçekten çok güzel bir habermiş. Hadi şimdi ellerini yıka ve ödevlerini yapmaya başla bakalım.

Ali annesinin sözünü dinledi. Elini yüzünü yıkadı, önlüğünü çıkardı ve ödevlerini yapmaya başladı. Ancak heyecanı hala geçmemişti. Piknikte ne kadar çok eğleneceklerini düşünüyordu. Bir an aklına bir şey geldi. İçinden "Ya hafta sonu gelmeden hastalanırsam? O zaman pikniğe gidemem. Arkadaşlarım oyunlar oynarlarken ben evde hasta yatağımda yatmak zorunda kalırım" diye düşündü. Bir an içini bir sıkıntı kapladı. Bütün neşesi kaçmıştı. Ödevlerini yaparken bir yandan da bunu düşünmeye başladı.

Akşam yemeği vakti geldiğinde Ali'nin babası da eve gelmişti. Annesi Ali'yi yemeğe çağırdı. Hep beraber sofraya oturdular. Ali, aklına gelen kötü düşünce sebebiyle çok sessiz ve keyifsizdi. Ondaki bu değişiklik annesini çok şaşırttı. Ali'nin bu durgun hali babasının da dikkatini çekmişti. Her zaman olduğu gibi sohbet etmeye başladılar.

Baba: Aliciğim bugün okulda neler yaptın anlat bakalım?

Ali: Yeni bilgiler öğrendik babacığım. Matematik dersinde tahtaya kalktım ve öğretmenin sorduğu problemi doğru olarak çözdüm.

Anne: Bugün okulda aldığın güzel haberi babana da söylemeyecek misin Ali?

Ali: Hafta sonu pikniğe gideceğiz.


Baba: Ne kadar güzel bir haber bu Ali, ama sen bu habere pek sevinmemişsin galiba?

Anne: Aslında okuldan geldiğinde çok sevinçliydin, neden üzgün görünüyorsun?

Ali: Evet çok sevinçliydim ama aklıma gelen bir düşünce yüzünden canım sıkıldı.

Baba: Neden canın sıkıldı Ali?

Ali: Ya hafta sonuna kadar hastalanır da pikniğe gidemezsem, o zaman çok üzülürüm.

Anne: Aliciğim şu anda böyle bir şey yok ve daha sonra olup olamayacağını da şimdiden bilemeyiz. Ya olursa diye olmadık bir şeye üzülmen doğru mu?

Baba: Bak Ali. şeytan aklına böyle kötü düşünceler getirerek, olmadık şeylerle içinin sıkılmasına sebep olur. Buna vesvese yapmak denir. İnsanın aklına gelen bütün kötü düşünceler, kalbinde hissettiği sıkıntılar, şeytanın insanlara fısıldadığı vesveselerdir. Böyle bir durumda ne yapmamız gerektiğini yüce Allah Kuran'da bize şöyle bildirmiştir:

"Eğer sana şeytandan yana bir kışkırtma (vesvese) gelirse hemen Allah'a sığın. Çünkü O işitendir, bilendir."
(Araf Suresi, 200)

Anne: Aliciğim sen de aklına böyle kötü düşünceler geldiğinde hemen Allah'a sığın ve O'na dua et.

Baba: Hayatımızda başımıza gelen her olay Allah'ın kaderimizde önceden belirlemiş olduğu olaylardır. Allah bizim için her olayda en hayırlısını dilemiştir. Eğer sen pikniğe gidemezsen mutlaka bu daha hayırlıdır. Bazı insanlar herşeyde bir hayır olduğunu unutup, başlarına gelen bir olay karşısında üzüntüye kapılırlar. Oysa Allah o kişiyi belki de daha kötü bir olaydan korumuştur. Ancak böyle düşünmedikleri için her zaman üzüntü ve sıkıntı içinde yaşarlar.

Ali: Evet çok iyi anladım. Bundan sonra aklıma gelen kötü düşüncelerden hemen Allah'a sığınacağım ve bana herşeyin en hayırlısını verdiği için Allah'a şükredeceğim.

AHMET VE NEŞELİ ÖRDEK

Ahmet hafta sonu ailesiyle birlikte dedesini ziyarete gelmişti. Akşam yemeğine kadar dedesi, Ahmet'i her zamanki gibi parka götürdü. Orada Ahmet'i bir sürpriz bekliyordu. Parka geldiklerinde Ahmet havuzda yüzen ördekleri görünce çok sevindi. Dedesi de Ahmet'in ördekleri çok sevdiğini bildiği için yanında ördeklerin yiyebileceği yiyecekler getirmişti. Onları Ahmet'e verdi ve oradaki bir banka oturdu. Ahmet hemen ördeklerin yanına koştu.

Ahmet: Merhaba benim adım Ahmet. Size yiyecek getirdim.

Ördek: Merhaba Ahmet, çok teşekkür ederiz.

Ahmet: Merak ediyorum, acaba size burada yiyecek vermeselerdi ya da insanların olmadığı başka bir yerde yaşıyor olsaydınız nasıl beslenirdiniz?

Ördek: Biz ördekler doğadaki yaşantımızda sudan pek fazla çıkmayız. Besinlerimizi sudan sağlarız.

Ahmet: Ama ben ördeklerin yüzdüğü sularda da yiyecek hiçbir şey göremiyorum.

Ördek: Bizler besinlerimizi sudan çeşitli şekillerde alırız. Bazı türlerimiz yüzerken dibe dalmadan böcekler ve bitkilerle besleniriz. Bazı türlerimiz sık sık başımızı ve gövdemizin ön kısmını suya gömerek kuyruğumuz kalkık bir biçimde besin ararız. Bazı türlerimizse tamamen suya dalarak besinlerimizin tümünü suyun altında ararız.

Ahmet: Peki neden sürekli suda duruyorsunuz? Neden karada da dolaşmıyorsunuz?

Ördek: Çünkü ayak parmaklarımızın arasındaki perdeler suya dalmamıza ve hızlı yüzmemize yardımcı olur ama karada yürümemizi zorlaştırır.

Ahmet: Ben denize girdiğim zaman suyun üstünde kalmak için sürekli hareket etmek zorunda kalıyorum. Bu yüzden suyun üstünde rahatça kalabilmek için denize simitle giriyorum. Sizler nasıl bu kadar uzun süre suyun üstünde kalabiliyorsunuz?

Ördek: Denize simitle girdiğin zaman nasıl hareket etmeden suyun üstünde kalabiliyorsan, bizim de vücudumuzun içinde taşıdığımız hava suyun üstünde kalabilmemizi sağlıyor.

Ahmet: Ama ben üzerimde simit varken suyun içine dalamıyorum. Peki siz nasıl dalabiliyorsunuz?

Ördek: Bizim vücudumuzda küçük balonlara benzeyen hava kesecikleri var. Bu kesecikler hava ile dolduğunda suyun üstünde kalabiliyoruz. Suyun içine dalmak istediğimizde ise hava keseciklerindeki havayı dışarı pompalıyoruz. Vücudumuzun içinde daha az hava kaldığı için kolaylıkla suyun içine batabiliyoruz.

Ahmet: Hem suyun üstünde kalabiliyor, hem suya dalabiliyor, hem de çok güzel yüzebiliyorsunuz.

Ördek: Ayak parmaklarımızın arasındaki perdeler sayesinde yüzebiliyoruz. Ayaklarımızı suyun içinde ileri geri hareket ettirdiğimizde bu perdeler iyice genişliyor ve suyu daha kuvvetli itmemizi sağlıyor.

Ahmet: Tıpkı yazın büyüklerin denize girerken daha rahat ve hızlı yüzmek için ayaklarına taktıkları paletler gibi.

Ördek: Evet Ahmet. Eğer sizlerin ayakları öyle olsaydı hiç rahat yürüyemezdiniz. Ama biz su kuşları olduğumuz için ayaklarımızın bu şekli sayesinde çok rahat yüzebiliyor, beslenebiliyoruz.

Ahmet: Bütün ördekler birbirine çok benziyor ama aranızda ne gibi farklar var?

Ördek: Bizler birbirimize çok benziyoruz ama ördek türleri arasında farklılıklar var tabii. Erkek ördekler, dişi ördeklerden daha parlak tüylere sahiptirler. Yuvasında kuluçkaya yatmış dişiler için bu önemli bir korumadır. Çünkü soluk renkleri sayesinde düşmanları onları görmediği için dişiler yuvalarında daha güvenlikte olurlar. Dişi ördeklerin, bulundukları yere uygun soluk renkleri onları yakın mesafeden bile görebilmeyi oldukça zorlaştırır.

Ahmet: Peki yuvalarına bir düşman yaklaşırsa o zaman ne olur?

Ördek: Erkek ördekler yuvadaki dişilerini korumak için parlak renkli tüylerini kullanarak düşmanların dikkatini üzerine çekerler. Bir düşman yuvanın yakınına geldiğinde erkek hemen havalanarak çok fazla gürültü yapar ve düşmanı yuvadan uzaklaştırmak için elinden gelen tüm çabayı sarf eder.

Tam o sırada Ahmet suda yüzen ördek yavrularını gördü. Küçücükken bile yavruların suda yüzebilmelerine çok şaşırdı ve hemen sordu:

Ahmet: Bu küçücük yavrularınız nasıl bu kadar kısa zamanda yüzmeyi öğrenebiliyorlar?

Ördek: Yavrular yumurtadan çıktıktan birkaç saat sonra suya koşup yüzmeye ve kendi başlarına beslenmeye başlarlar.

Ahmet kendisini doğduktan birkaç saat sonra suya bıraksalardı ne olurdu diye düşündü. Tabii ki yüzemez, su yutup boğulurdu. Yüce Allah'ın ördekleri suda yaşamaları, yüzebilmeleri, beslenebilmeleri için kusursuz bir biçimde yarattığını düşündü. O sırada dedesi de oturduğu banktan kalkmış, Ahmet'in yanına gelmişti.

 
   
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol